Genel Sonuçlar:
Araştırma süresi: 88 gün (Nisan - Eylül 2008)
Toplam katedilen yol: 16804 km
Araştırılan iller: Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Edirne, İstanbul, Kırklareli, Kocaeli, Sakarya, Tekirdağ, Yalova.
Kaydedilen görsel malzeme: 16.126 adet (36.6 Gb) dijital fotoğraf, 165 Gb film
Arkeolojik Sonuçlar:
Araştırılan dönem: Bizans
Hedeflenen yapı sayısı: 466
Hedeflenen yapıların evrelere göre dağılım: 123 Erken, 104 Orta, 38 Son, 12 Erken+Orta, 1 Erken+Son, 15 Orta+Son, 9 Erken+Orta+Son, 164 Bilinmeyen
Hedeflenen yapıların türlere göre dağılım:
105 Kilise, 96 Kale/Sur/Kule, 96 Sarnıç/Ayazma, 33 Mezar Yapısı, 28
Manastır, 21 Su Yolu/Kemeri/Kulesi, 15 Saray, 14 Meydan/Anıt/Hipodrom,
5 Mağara, 5 Hamam, 5 Vaftizhane, 4 Köprü, 33 Belirsiz, 6 Diğer
Gidilemeyen yapı sayısı: 30 (Askeri bölge içinde kalan; araştırmacılarca adından başka bilgi verilmeyen; tahrip edilmiş ya da tümüyle yok olmuş yapılar)
Bulunamayan yapı sayısı:
44 (Araştırmacılarca yer tarifi yetersiz olanlar; tahribat nedeniyle
tümüyle yok edilmiş olanlar; çağdaş yapılaşma altında kalmış olanlar)
Araştırılan yapı sayısı: 427
Tahribat Sonuçları:
Tahribatın belgelendiği yapılar: 377
Araştırılan yapıların tahribat türüne göre dağılımı: 228 Yapılaşma, 142 Yol, 135 Doğal, 80 Ardıl Kullanım, 76 Kacak Kazı, 20, Tarım, 3 Maden/Ocak, 11 Diğer. (Yukarıdaki sayısal değerler, aynı yapı üzerinde varolan, birden fazla tahribat türünü de içermektedir)
Yörelere göre tahribat türü:
Marmara Bölgesi Bizans yapıları üzerindeki tahribatın yoğunluğunu,
plansız kentleşme sonucu ortaya çıkan yapılaşma oluşturmaktadır. Başta
İstanbul olmak üzere, Kocaeli ve Bursa’da plansız ve çarpık
kentleşmenin Bizans yapıları üzerindeki etkisinin geri dönülemeyecek
boyutlara ulaştığı görülmüştür. Ayrıca, yoğun bir ulaşım ağına sahip
Marmara Bölgesi’nde, özellikle de Kocaeli, İstanbul, Bursa ve
Adapazarı’nda belediyeler, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, DSİ ve
Karayolları gibi kurumların neden olduğu tahribat dikkat çekicidir.
Bölgedeki büyük kentlerde ve konut yoğun alanlarda karşılaşılan bu
tahribat türüne ek olarak, yeni açılan ve genişletilen yol
çalışmalarının etkisi de büyüktür. İznik, Silivri, Çatalca, Vize,
Hereke gibi nüfusu hızla artan merkezlerde de yol ve yapılaşmanın
etkileri açık bir şekilde görülmektedir.
Bunlarla birlikte, gelişen teknolojiler ve toplumun ihtiyaçları
kapsamında karayolu, su deposu, yüksek gerilim hattı, rüzgar
türbinleri, fabrika ve baraj gibi unsurların konumlandırılmasında
kültürel emanetlerin veya yakın çevrelerinin seçilmesi kültür
varlıklarına verilen geri dönüşü olmayan zararın daha da artmasına yol
açmaktadır. İstanbul, Bursa, Kocaeli gibi iller ve civarlarındaki
plansız yapılaşmanın ve yeni rant alanlarının yol açtığı tahribat,
bölgede dikkate alınması gereken en önemli unsurlardan biridir.
Marmara Bölgesi’nde, özellikle kent merkezlerinin dışında kalan
alanlarda ve bu alanlardaki hemen hemen bütün yapılarda görülen kaçak
kazı tahribatı, yapılardaki tabakaların ve yapıya ait evreleri belirten
duvar örgüsü, bezeme ve buluntu gibi unsurların bir daha bilimsel
çalışma yapılamayacak düzeyde yok edilmesine yol açmaktadır. Kaçak
kazıların öne çıktığı yerler, Kırklareli, İznik ve Bursa çevresidir.
Özellikle Bizans yapılarında yoğun olarak görülen ve ardıl kullanım
olarak adlandırdığımız tahribat türü de bölgede sıkça rastlanan
tahribat türlerinden biridir. Bu tahribat türü, kent merkezi, köyler ve
yaşam alanı dışında olmak üzere çeşitli gruplarda incelenebilir. Kent
merkezlerine baktığımızda; camiye çevrilen kiliselerde mimari
düzenlemelerin bir tahribat oluşturduğu gözlenmiştir. Özellikle dini
gerekçelerle Bizans Dönemi’ne ait figüratif resimlerin, haç gibi dinsel
motiflerin çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırılması en önemli tahribat
şeklidir. Ayrıca mermer yapı elemanlarının boyanması, zemin
döşemelerinin yok edilmesi, açıklıklara çağdaş kapı ve pencere
sistemleri takılması da dikkat çeken unsurlardır. Köylerde ise Bizans
yapılarının daha çok depo, ahır ve ağıl olarak kullanıldığı
görülmüştür. Modern yerleşmeler dışında kalan alanlardaki Bizans
yapılarının, özellikle kalelerin, içlerinin mevsimlik ağıl,
çevrelerinin ise tarla olarak kullanımının yoğun olduğu görülmüştür.
Genel tahribat türleri arasında ilgi çekici sonuçlardan biri de doğal
tahribat olarak adlandırdığımız tahribat türünün, diğer tahribat
türleri arasında önemli bir paya sahip olduğudur. Bizans yapıları
özelinde, doğal tahribatın en çok etkili olduğu durum, yabani bitki
örtüsünün yapılar üzerinde sebep olduğu zararlardır. Ağaç köklerinin
yapıların temellerine zarar vermesi, ağaç dallarının yapıların
duvarlarını yıkması ya da duvar örgüsü içinde filizlenen köklerin
büyüdüklerinde duvarları deforme etmeleri, özellikle Marmara
Bölgesi’nin ormanlık olan kuzey bölümlerinde sıklıkla karşılan bir
durumdur.
Tahribat türleri arasında, en az yapılaşma kadar, tek başına etkisi en
büyük tahribat türü ise maden ve ocak gibi işletmelerin vermiş
olduklarıdır. Bölgenin tarihsel altyapısı değerlendirilmeden açılan bu
madenlerin ve taş ocaklarının yapılara verdiği zararlar, özellikle,
Balıkesir ve Bursa illerinde görülmektedir.
*Tahribat türlerinin açıklamaları:
Yapılaşma: Ev, otel, benzinlik, tatil sitesi, park, baraj, fabrika,
elektrik direği, doğalgaz hattı, antik yerleşme, çağdaş mezarlık vd. Ardıl
kullanım: Yapının özgün işlevi ve/veya mimarisinin değiştirilerek
farklı amaçlar için kullanıldığı durum (kilisenin camiye, manastırın
ahıra dönüştürülmesi, sarnıcın depo olarak kullanılması vd.) Tarım: Her türlü tarımsal faaliyet (ağaçlandırma, ekim, tesviye, toprak çekme, teraslama, sulama kanalı vd.) Kaçak kazılar: Definecilik Maden/Ocak: Taş, kireç, kum ocağı vd. Yol: Anayollar, tali yollar, köy yolları, demiryolları, köprü vd. Doğal: Deprem, yangın, erozyon, toprak çöküntüsü, bitki örtüsü, dere, nehir taşması vd. Diğer: Uygunsuz müdahele, restorasyon vd.
Tahribatın Görsel Belgelerinden Bazı Örnekler
|
|
|
İzmit Kuzey Nekropolü:
İzmit’in kuzeyinde, Orhan Mahallesi’ndeki bu yapı kompleksi, Son Roma
ve İlk Bizans Dönemi’ne ait halk tipi mezarlarıyla bölgenin en önemli
antik mezarlık alanlarından biridir. 4. yüzyıla tarihlenen bu yapılar,
hemen yakınından geçen İstanbul-Ankara karayoluna bağlanan yolun ve
İzmit’in hızlı gelişen mahallelerinden biri olan Turgut Mahallesi’nin
tehdidi altındadır. |
|
İzmit Şehir Surları: İlk
olarak, İzmit’in (Nikomedya’nın) kurucusu I. Nikomedes (MÖ 278-250)
tarafından inşa edilmiş olan İzmit Surları’nın günümüzde ayakta kalan
kısımları, 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar dört ana dönemin izlerini
taşımakta. Nikomedya’nın deniz surları, 1955 yılında bölgeden D-100
Karayolu’nun geçmesi ile yağmalanmış ve yok edilmiş. Çalışmalarına 2008
yılında başlanan, İzmit SSK Kavşağı’ndaki battı-çıktı inşaatı sırasında
yeniden ortaya çıkan surların yaklaşık 2 km boyunca devam ettiği tespit
edildi. Bugün inşaatın içinde yer yer izlenebilen 2000 yıldan daha eski
olan surlar, yol çalışmaları kapsamında yok edilirken, İstanbul–Ankara
arası, karayoluyla 2 dakika kısalmış olacak. |
|
İznik Kilise Kalıntısı 2: 11.
yüzyıla tarihlenen İznik Kilisesi 2, İznik’teki diğer kiliselerle aynı
kaderi paylaşıyor. Güney bölümü otoparkın, kuzey kısmı yolun, doğusu da
dükkanların altında. Bir de yerel yetkililerin, “tahrip ettik bari
güzel gözüksün” diyerek diktikleri ağaçlar... Kiliseden kala kala bir
iki duvar, bir iki taş parçası... Onlar da yakında otoparkın altında
kalacak. |
|
Direkli Mağara Manastırı: Vize
yakınlarındaki bu mağara manastırı tamamen kayalara oyulmuş bir
kompleks niteliğindedir. Çok sayıda mekandan oluşan ve büyük bir
kiliseye sahip olan bu kompleks bugün keçilere ve çoban köpeklerine ev
sahipliği yapıyor. Pek misafirperver olmayan köpekler ve ağıl
sahipleriyle, içeriye istif edilmiş keçilerden kaynaklı olarak
manastırın içine girebilmek imkansız. |
|
İznik Ayasofyası: İznik’in
hemen hemen merkezinde yer alan Ayasofya, son dönemdeki, bilgisiz,
birikimsiz yetkililerin ve mütahhitlerin müdaheleleriye kimliğinden,
tarihsel değerinden ve özgün mimarisinden geriye pek bir birşey
kalmayacak biçimde tümüyle değişikliğe uğratılmıştır. Yıkılmış
duvarları, tuğladan yüksek kırma çatısı, beton dökülmüş kubbeleri,
camlarla kapatılmış açıklıkları, betondan inşaa edilmiş minaresi,
elektrik kabloları ve su boruları... |
|
İznik Kilise Kalıntısı 1: İznik’te
İstanbul Kapı yakınlarındaki bu 11. yüzyıl kilisesinin, bugün sadece
güney bölümü kalmış. Kilisenin bir kısmı Kumbaşı Sokağı açılırken yok
edilmiş; gerisi ise 2006 yılında aynı sokak genişletilirken. Kilisenin
etrafı park haline getirilmiş, ağaçlandırılmış ve banklar
yerleştirilmiş. Yapıya ait mimari parçalar da banklarda kullanılmakta.
Kültür varlıklarını koruma adına ise yapılan tek bir şey var: Kilise
hergün sulanıyor! |
|
İznik'te Yapı Kalıntısı:
Mustafa Kemal Paşa Mahallesi’ndeki bu kalıntıların kazısı 1988-94
yılları arasında yapılmış. İçinde büyük bir kilisenin olduğu bu yapı
kompleksinin Bizans Dönemi İznik Sarayı’nın bir bölümü olabileceği
düşünülüyor. Fakat aralarında Bağkur Evleri de olmak üzere çok sayıda
bina bu kalıntıların üzerine inşaa edilmiş. Bugün de çevrede inşaatlar
devam ediyor. Sağında solunda, önünde arkasında duvarlar, yerlerde
seramikler, çevrede mimari parçalar... Ama müteahhit Koruma Kurulu’na
burada birşey olmadığını ispatlamış olacak ki bina temelini Bizans
yapısının tam üzerine atmış. |
|
İznik Tiyatrosu Yakınındaki Kilise: İznik
Tiyatrosu’nun hemen doğusunda bulunan bu kiliseye, kilise denmiyor.
Çevrede yaşayanların tabiriyle, “Orası kilise değil ki, depo.” Çünkü
yakın tarihe kadar depo ve ahır olarak kullanılıyormuş. Üstelik, bugün
içi üst örtüye kadar çöp dolu olan ve kısmen yeni açılan yolların
altında kalmış olan bu yapı, İznik Tiyatrosu Kazıları kapsamında kazısı
yapılmış, tescilli bir yapı. |
|
Beyazıt Sarnıcı 1:
Beyazıt’ta bulunan üç adet sarnıçtan ikisi Vezneciler’deki alt geçit
inşaatı sırasında yok edilmiş. Bunlardan birisi de hemen tünelin
başlangıcında, karakol ve elektrik işletmeleri binalarının altında
halen görülebilmekte. Doğu–batı doğrultulu iki sütun dizisinin ayakta
kaldığı sarnıcın hemen yanındaki büfe, sarnıcın içini, müşterileri için
bir oturma mekanı haline getirmiş. Üst kottaki binaların altına doğru
devam eden sarnıcın bezemeli başlıkları ve çatısı, bizleri adeta
“sarnıç altı döner” yemeğe davet ediyor. |
|
Atpazarı Sarnıcı: Fotoğrafta,
Fatih ilçesi, Kırmasti Mahallesi’ndeki, Mıhçılar Caddesi ile Keserciler
Sokağı’nın kesiştiği yeri görülüyor. Burada, yerin altında, 1978
yılında gerçekleştirilen PTT hattı kazılarında bulunan büyük bir sarnıç
var. O dönemde yapılan çalışmalar sonucunda, sarnıcın, sadece orta
bölümünün 35x18 metre ölçülerinde olduğu saptanmış. Bugün ise sarnıcın
üzerinde, çok sayıda apartman ve iki cadde bulunmakta. |
|
İznik Eşrefzade Mahallesi Sarnıcı: Sarnıç,
Eşrefzade Mahallesi’nde, Eşref Eroğlu Sokak’ta yer almakta. Ama sadece
birkaç yıkıntı, onlar da otlar arasında, görünmüyor. Yok oluşu, 1972
yılında, arazi sahibinin yol açmak ve bina yapmak için sarnıcı
dozerlere yıktırmasıyla başlamış. Artık sarnıç yok. Sarnıç da mahalle
de yıktıranın adıyla anılıyor: Eşrefzade Mahallesi - Eşrefzede Sarnıcı. |
|
Balaban Ağa Mescidi: İstanbul
Suriçi’nde Türk araştırmacıların yaptığı ilk kazı, Arif Müfid Mansel’in
1930’da gerçekleştirdiği Balaban Ağa Mescidi Kazısı’dır. Mansel, aynı
yıl içinde kazının sonuç raporunu da yayınlamıştır. Gerçekte bir 5.
yüzyıl Bizans mezar yapısı olan bina, Fatih’in hemen ardından, 15.
yüzyılda mescide dönüştürülmüştür. 1911’de geçirdiği bir yangınla
kullanılamayacak duruma gelen yapı, 1930’daki yol genişletme
çalışmaları sırasında yok edilmiştir. Bölgede daha sonra
gerçekleştirilen imar çalışmaları sonrasında da yapıdan günümüze hiçbir
şey kalmamıştır. Fotoğrafta Fatih ilçesi, Balabanağa Mahallesi’nde,
mescidin olduğu yerin bugünkü durumu görülüyor. |
|
Abdülvahap Mezar Odası: Fotoğrafa
bakıp da, “bu Bizanslılar da naylondan mezarlar yapmış” demeyin, çünkü
onu biz yaptık: 2000 yılında yapılan kazılarda burada, —fotoğrafta
görüdüğünüz naylonların ve toprak yığının altında— içleri resimlerle
bezenmiş ve günümüzden yaklaşık 1700 yıl öncesine ait üç adet mezar
odası bulunmuş. 2006 yılında gerçekleştirilen müze kurtarma kazısının
ardından, mezar odaları naylonla paketlenip, üzerlerine toprak
yığılmış. 2008 yılında da Devlet Su İşleri, kanal açmak için çalışırken
mezarları da açıvermiş! Ardından da tarihe meraklı insanların ilgisiyle
(!) Bizans Dönemi’ne ait 2 mezar odası bu hale gelmiş. |
|
Balkaya 1 No’lu Kilise: Kırklareli’nin
Kıyıköy ilçesi sınırları içinde birbirine çok yakın 3 adet mağara
kilisesi mevcut. Bugün bu üç kilise de keçi ağılı olarak kullanılıyor.
Fotoğrafta da görülen, ana kaya üzerine işlenmiş haç bezemeleri gibi
pek çok detay da keçiler rahatsız olmasın diye yok ediliyor. Ama bu
kiliselere “bilinçsiz” keçilerden daha fazla soyguncular zarar veriyor.
Küçük resimde ise, kiliselerin yakınında bulduğumuz, kaçak kazıcı
hırsızlara ait aydınlatma araçlarından biri görülüyor. |
|
Evrenli Mağarası: Trakya’da
sıklıkla karşılan durumlardan biri olan mağaraların ağıl olarak
kullanılmasına burada da rastlıyoruz. Bizans dönemine tarihlenen
yapının açık izlerinin görüldüğü bu mağara da keçilerin ve sahiplerinin
huzuru için ve bölgede keçileri kapatacak başka bir yer
yapılamadığından olsa gerek, yoğun bir tahribata maruz kalıyor. |
|
Beyazıt Kilisesi D: Bugün
Laleli’deki İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi anfilerinin bulunduğu
binanın zemin katında, kazan dairesinin olduğu bölümde, 11. yüzyıl
sonuna tarihlenen bir kilise kalıntısı bulunmakta. Kilisenin tam
ortasına da fakülteyi ısıtan kazan konmuş. Hemen bu binanın
bitişiğindeki Reşit Paşa Caddesi’nde ise metro kazıları devam ediyor. |
|
Grand Savur Otel’inin Altındaki Kalıntı: İstanbul’da,
Eminönü’nde, Şehzadebaşı Mahallesi’nde 1990 yılında yapılan Grand Savur
Otel’inin altındaki bu kalıntıların büyük bölümü otelin kazan dairesi
olarak kullanılıyor. Otelin hemen karşısındaki History Otel’in altında
da devam eden bu kalıntılar, aslında koruma altına alınmış! Fotoğrafta
gördüğünüz gibi yapıyı ayakta tutmak için ortasına sahte sütunlar bile
yapılmış, duvarlar betonla güçlendirilmiş. Artık otel müşterileri gönül
rahatlığıyla odalarında uyuyabilir. |
|
Acımusluk Sokağı Kalıntıları: İstanbul’da,
Cağaloğlu Yokuşu ile Cemal Nadir Sokağı’nın kesiştiği yerde, Hobyar
Mahallesi’nde yer alan bu görkemli binanın, İstanbul’da ayakta kalmış
çok az sayıdaki Bizans sarayından birisinin bir bölümü olduğu
düşünülmekte. 1965 yılında, yakınlardaki bir han işaatı sırasında da
devamı bulunan ve hemen yok edilen bu güçlü yapı, bugün bile üzerinde
kocaman bir “han”ı taşıyor. Yapının içi bugün meşrubat kasalarının
deposu olarak kullanılıyor. Botaniates’in sarayından gazoz içmek
isteyenlere... |
|
Kalenderhane Camii:
İstanbul’da 12. yüzyıla tarihlenen önemli Bizans eserlerinden biri olan
Kalenderhane Camii’nin hemen kuzeydoğusundaki küçük kilisenin (şapel)
içi. Belediyenin temizlik işlerini yapması için taşeron bir şirkete
verilen bu bölüm, artık bir kilise ya da dini yapı değil bir depo.
Ayrıca bu çok kıymetli çöp arabaları ve süpürgelerin çalınmaması için,
yapının girişine, büyük bir demir kapı da yapılmış. |
|
Adem İş Merkezi’nin Altındaki Kalıntılar: Eminönü’nde,
Balaban Ağa Mahallesi, Ali Şuaip Sokak, No 25’teki Adem İş Merkezi’nin
altındaki bu kalıntılara ancak bir tekstil mağazasının içinden
ulaşılabiliyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 1990-91 yıllarında
yaptığı kurtarma kazılarından hemen sonra verilen izinle inşaa edilen
iş merkezinin deposu olarak kullanılan bu kalıntılara ait Bizans Dönemi
mimari parçaları, dekoratif amaçlarla üst üste konularak “hoş” bir
görüntü elde edilmiş. |
|
Karpos - Papylos / Menas Kilisesi:
5. yüzyıla tarihlenen kilise, İstanbul’da Samatya semtinde, Nafiz
Gürman Caddesi üzerinde yer alıyor. 10 ve 12. yüzyıllar arasında
Rahibeler Manastırı olarak kullanılan bu yapının içinde, biri demir
atölyesi ve diğeri araba yıkama işleri yapan iki işyeri bulunuyor.
İster inanın, ister inanmayın! |
|
Konstantinos Lips Kilisesi / Fenari İsa Camisi: 907
yılında Bizanslı bir amiral tarafından yaptırılan bu kilise, 1496
yılında mescide, 1636 yılında da camiye dönüştürülmüş. Fatih ilçesi,
Hasan Halife Mahallesi’nde yer alan bu yapı günümüzde cami olarak
kullanılmaya devam ediyor. Böylesi bir yapının her yerinin PVC ile
kaplanması, içinin halılarla doldurulması ve elektrik/su tesisatlarının
mekanlarda yaptığı tahribat, İstanbul’da bulunan ardıl kullanım
tahribatlarının en etkilisi olarak belgelendi. |
|
Soğanağa İş Merkezi: Tarihi
Yarımada’danın en çarpıcı yıkımlarından birine tanık olunan Laleli’deki
Star İş Merkezi’nin altındaki bu yapının Bizans’ın ilk evrelerine
tarihlendiği düşünülüyor. 1996-97 yıllarında, Star İş Merkezi’nin
inşası sırasında bulunan bu kalıntılarda, henüz ciddi bir bilimsel
çalışma yapılmamış. Star İş Merkezi’nin içindeki 50’ye yakın dükkanı
taşıması için Bizans’ın üzerine çakılan çelik ayaklar altında ezilen bu
yapı, çevredeki diğer iş merkezlerinin ve dükkanların altına doğru
devam ediyor. Sizce bu tahribatın daniskası değilse nedir? |
|
Sivasi Tekke Mescidi Sarnıcı: İstanbul’un
Fatih ilçesinde, Yavuz Selim Caddesi ile Ali Naki Sokağı’nın köşesinde,
günümüze ulaşmayan Sivasi Tekke Mescidi'nin altında 5. yüzyıldan kalma
dev bir sarnıç bulunmakta. Bugün Sultan Sarnıcı adıyla restoran olarak
kullanılan yapı, artık bir sarnıç değil, neresinden bakarsanız bakın... |
|
Boğdan Sarayı: Fotoğrafta
gördüğünüz bir 13. yüzyıl Bizans kilisesinin bir bölümü. Fatih ilçesi
Draman Caddesi üzerindeki bu kilise kalıntısı bugün oto lastikçisi
olarak kullanılmaya devam ediyor! Neredeen nereye. İşte koruma denen
şey böyle bir şey olsa gerek. Neredeyse tamamen yok olmuş olan bu
kalıntılar, acil olarak koruma altına alınmazsa, bir süre sonra aynı
açıdan fotoğraf çekildiğinde, karede sadece “imparatorun araba
lastikleri” görünecek... |
|
Bonos Sarayı: İstanbul’da
Fatih semti, Müftü Ali Mahallesi’nde Yavuz Selim Külliyesi yakınındaki
kalıntılar bir Bizans sarayına ait. Sarayın içine sığınmış evler ve
çevredeki yoğun yapılaşma yakın zamanda saraya ait bütün izleri ortadan
kaldıcak. |
|
Antiokhos Sarayı ve Euphemia Kilisesi:
Sultanahmet’te bulunan ve 5. yüzyıla tarihlenen bir saray ve kilise
yapısı olan bu önemli yapıda 1952-64 yılları arasında —bugünkü İstanbul
Adliyesi inşaatı başlamadan önce—aralıklarla kurtarma kazısı yapılmış
ve ardından önemli bir bölümü yok edilerek üzerine adliye binası
oturtulmuş. Bugün adliyenin otoparkında yer alan ve oldukça bakımsız
olan bölümün batısında, 13. yüzyıl sonuna ait olan duvar resimleri 14
sahneden oluşur ve Azize Euphemia’nın yaşam öyküsüyle ona yapılan
işkenceleri anlatır. Yapının diğer bölümlerinde yer alan ve yakın
tarihe kadar bilinen, fakat bugüne ulaşmayan diğer duvar resimleri gibi
bu resimler de acil önlem alınmazsa yok olacak. |
|
Rhegion Sarayı:
5. yüzyıla tarihlenen Rhegion Sarayı pek çok yapıdan oluşan bir yapı
kompleksi idi. Bu kompleksin önemli bölümü İstanbul’da, Küçükçekmece’ye
bağlı Cennet Mahallesi’nde yer alıyordu. Alıyordu diyoruz, çünkü bugün
saraya ait dört sütundan başka hiçbir bir iz yok. Sarayın bulunduğu,
“Antika Caddesi” üzerindeki büyük arsa, kültürel emanetlerin nasıl yok
edildiğini, tarihten tümüyle silindiğini açıkça gösteriyor. |
|
Mağara Kale: Fotoğrafta
görülebilen bir kale yok; yalnızca sağda solda, sulama kanalları, yeni
ekim alanları açılırken yıkılmış duvarlar izlenebiliyor. Sakarya
Söğütlü’ye bağlı, Mağara Köyü’nün güneyinde yer alan Mağara Kale’den
geriye, dört duvarının üzerinden geçen yolların altında kalan bazı yapı
taşları dışında hiçbir şey kalamamış. Tarım tahribatı bir Bizans
kalesini böyle yok etmiş. |
|
Çatalca Kalesi: Çatalca’nın
Kaleiçi Mahallesi’ndeki bu kale, yapılaşmanın ve açılan yolların yoğun
tahribatı altında. Hem kim uğraşacak, binaya temel atmakla; hazır temel
olarak Bizans surları mevcut. Surların üst kısımlarını biraz traşladık
mı, düşen yapı taşlarını da temele ekledik mi, ev hazır. Nasıl olsa
korumayla morumayla ilgilenen de yok! Düşman saldırırsa biz bu evlerden
püskürtürüz... |
|
Edirne Surları: 2.
yüzyıldan 12. yüzyıla kadar yaklaşık 1000 yıl Edirne’yi koruyan surlar,
bugün korunmaya muhtaç. Ama korunacak sur da kalmamış. Fotoğrafta,
Edirne Surları’ndan geriye kalan tek yapı olan Makedonya Kulesi’nin
hemen güneydoğusundaki 10. yüzyıla tarihlenen şapelin üzerinde yükselen
binaları görüyorsunuz. Şapelin neredeyse tümü ise yaklaşık 25 yıl önce
yapılan bina nedeniyle yok olmuş. |
|
Ahmetli Kalesi: Çatlaca’nın
Ahmetli köyünde, Gölboyu Mevkii’nde yer alan kalenin yapı taşları yol
inşaatında kullanılmış. Bölgedeki kanalizasyon yapımı sırasında da bazı
temeller yok edilmiş. Surlarının bir bölümü gölün içinde izlenebilen
kalenin karada kalan burçları da balıkçı barınağı olarak kullanılmakta.
Çok sayıdaki seramik ve mimari parça da etrafa dağılmış durumda. |
|
Yoros Kalesi: İstanbul’un
ayakta kalmış tek Bizans kalesi olan ve 13. yüzyıla tarihlenen Yoros
Kalesi, Anadolu Kavağı’nda bulunuyor. Bu nedenle rant kaygısıyla günden
güne tahrip ediliyor. Özellikle 2005 yılında kalenin güney surları
yıkılarak çay bahçesi ve restoran haline getirilmiş. |
|
Kerpe Kalesi: Kocaeli’nin
Kandıra ilçesine bağlı Kerpe’de yer alan bu kale, Kerpe’nin kuzeyinde,
denize hakim, kayalık bir alanın üzerinde bulunuyor. Antik Kerpe
Limanı’nın da içinde bulunduğu bu kaleden geriye, birkaç metrelik duvar
kalıntısından ve kalenin bulunduğu kayalıklardan denize giren
tatilcilerden başka birşey kalmamış. |
|
Aya Sotiri Kilisesi: Mudanya’ya
bağlı Zeytinbağı kasabasında, Kumi Mevkii’nde yer alan Bizans
kilisesinden geriye hiçbir şey kalmamış. Kilise tamamen yıkılmış ve
üzerine derme çatma betonarme bir bina inşa edilmiş. Bu binayı inşaa
eden kişi(ler) aynı zamanda kilisenin içinde ve çevresinde çok sayıda
kaçak kazı yapmış. Bugün boş olan binaların içinde derin defineci
çukurları görülmekte. |
|
Ayakapı Şapeli: 11.
ve 12. yüzyıllara tarihlenen Ayakapı Şapeli’nden (Fatih ilçesi, Abdi
Subaşı Mahallesi, Ayakapı Sokak) geriye kalanların üzerine bir bina ve
bugün kereste deposu olarak kullanılan bir başka yapı inşaa edilmiş. Bu
küçük kilisenin, papazların ibadeti yönettiği bölümü olan apsisi,
deponun içinde, kereste yığınlarının arasından görülebiliyor.
Kiliselerin camiye dönüştürüldüğüne çok tanık olduk ama şapelin
keresteci olarak kullanılmasının tek örneği... |
|
Veliefendi Hipodromu ya da Campus Tribunalis:
Campus Tribunalis, geniş bir saha üzerinde, yüzme havuzları ve
hamamlarıyla meşhur bir Bizans yapılar kompleksiydi. 4. yüzyılda
İmparator Valentinianus tarafından yapılmış olan bu alanın tribunal
olarak adlandırılan kademeli bir tribünü vardı. Bu bahtsız alan, aynı
zamanda ordunun sefere çıkmadan önce ve seferden sonra toplandığı bir
alandı. Bugün, Veliefendi Hipodromu olarak kullanılıyor. Yani
Valentinianus’un ordularını selamladığı yerde şimdi 6’lı kağıtları
uçuşuyor... Boşuna dememişler; “At koşar, baht kazanır”; ama tarih
kaybeder... |
|
Edirne Ayasofya’sı: Fotoğrafta
Edirne Kaleiçi Mahallesi’ndeki eski Tekel depoları, şimdiki işleviyle
I. Murat Lisesi’nin bahçesi görülmekte. Bu bahçenin olduğu yerde
eskiden Ayasofya kilisesinin olduğu biliniyor. Şimdi ise yerinde tam
anlamıyla “yeller esiyor”... |
|
Kara Kilise: Bizans’ın
ilk evresine tarihlenen ve tamamen tuğla olan duvar yapısıyla Bizans
mimarisinde oldukça önemli bir örnek olan bu yapı, Yalova’nın
Çiftlikköy ilçesi, Sahil Mahallesi’ndeki Başkent Sahil 1 Sitesi’nin
içinde bulunmakta. Site sakinlerinin ve tatilcilerin eğlence merkezinin
tam ortasındaki bu önemli yapı, sayısız deprem atlatmış olmasına rağmen
insanoğlunun yaptıkları karşısında çaresiz. |
|
Merdivenköy’deki Yapı: İstanbul’un
Kadıköy ilçesinde, Merdivenköy’de bulunan bu manastır kalıntısı, 2005
yılında inşa edilen bir apartmanın otoparkı olarak kullanılıyor. Özgün
kimliğinden ziyade bir çevre düzenleme ögesi haline getirilmiş olan
yapının büyük bölümü bu inşaat sırasında yok edilmiş. |
|
Odalar Camisi: Fatih
ilçesinde Karagümrük semtinde yer alan yapıdan günümüze neredeyse
hiçbir kalıntı kalmamış. 1919 yılındaki bir yangına kadar pek çok
değişiklikle kullanılmaya devam edilen yapı, Bizans mimarisi kadar 19.
yüzyıl ahşap mimarisi için de önemli bir eser olarak kabul ediliyordu.
Bugün yalnızca, Kasım Odalar Sokak üzerindeki evlerin arasında bazı
duvarları gözüküyor. |
|
Osmangazi Yapı Kompleksi: Bursa
Müzesi tarafından 2000 yılında yapılan kazılarla ortaya çıkarılan bu
yapı kalıntıları, Bursa’nın Osmangazi ilçesinde, Hisar içindeki parkta
yer alıyor. Parkın güzel Bursa manzarası yetmemiş olacak ki, işyeri
sahipleri, parktaki çaybahçesine bir de televizyon koymayı uygun
görmüşler. Hem de 1000 yıllık duvarların tam bağrına demir boruyu
çakarak... |
|
Pylaea Kalesi:
Kaynaklar Pylaea Kalesi’nin İmparator Manuel Komnenos tarafından 1145
tarihinde inşa edildiğini aktarmakta. Yalova, Çiftlikköy’deki Huzur
Sahil Sitesi A Blok’un denize bakan kısmındaki kaleye ait limandan
geriye kalanlar fotoğrafta görülüyor. Huzur Sahil Sitesi’nin duvarları,
kalenin duvarlarının üzerine oturmuş ve kalenin duvarlarının da site
inşa edilirken yok edildiği biliniyor. Genellikle yaz aylarında
tatilcilerin huzur bulduğu site, 900 yıl önce inşa edilmiş Pylaea
Kalesi’nde huzur bırakmamış. |
|
Theodoros / Tahtalı Kilisesi: Bursa’nın
batısında, Tahtalı Köyü’nün hemen dışında bulunan kiliseden günümüze
içi çöp dolu büyük bir çukurdan başka birşey kalmamış. Ormanlık bir
alanda yer alan kilisenin çevresinde çok sayıda kaçak kazı çukuru ile
ortalığa saçılmış birçok mimari parça bulunuyor. |
|
Triada Şapeli: Hellenistik
Dönem’den itibaren barınılan bu mağara, Bizans Dönemi’nde, 14. yüzyılda
kendi mezarlığı olan bir yeraltı kilisesine dönüştürülerek kullanılmaya
devam etmiş. Edirne ili, Enez ilçesinde, Gazi Ömer Mahallesi’ndeki bir
evin bahçesindeki derme çatma kulübeden girilen bu etkileyici şapelin
içinde çok sayıda duvar resmi bulunmakta. Kayaya oyularak oluşturulmuş
kutsal bölümdeki Meryem, sayısız kaçak kazıya tanıklık etmiş ve bugün,
bu kaçak kazılarla açığa çıkmış olan iskeletlerle birlikte uzanacak bir
yardım eli bekliyor. |
|
Vize Tetrakonkhosu: Tetrakonkhosun,
yani dört adet yarım daire planlı ve yarım kubbe örtülü mekanın, bir
merkezi ana mekana simetrik olarak eklemlenmesiyle oluşmuş olan yapının
vaftizhane ya da martyrion (din şehitlerinin mezarları üzerindeki anıt
yapı) olduğu düşünülmektedir. Kırklareli ili, Vize ilçesinde, Şarapdar
Hasan Bey Camii’nin yanında yer alan bu küçük yapının önemli bir bölümü
yok olmuş durumda, bir kısmı da caminin avlu duvarının altında. Hala
“ayakta” olan bölümler ise tavuk kümesi olarak kullanılıyor. |
|
Yurtyeri Manastırı:
Bursa’nın Yıldırım semtinde, Uludağ’ın eteklerindeki Cumalı Kızık’ta
yer alan bu kalıntıların bölgede bilinen çok sayıdaki manastırdan
birine ait olduğu düşünülmekte. Fakat üzerinde henüz kapsamlı bir
araştırma yapılmamış. Mekanların ve mimari parçaların soyguncular
tarafından paramparça edildiği bu yapı kompleksinin doğu bölümü de
Balıklı Dere’ye doğru kayarak yok olmakta. |
|
Pendik Manastırı: 1973-75
yılları arasında İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından kazısı yapılmış
çok önemli bir Bizans yapısı: Pendik Manastırı. Hem de tescilli.
Pendik’ten Kurtköy istikametine giden Çınardere Viyadüğü’nün Vişne
Sokak’la keşiştiği yerde bulunan manastır 1995-96 yılları arasında
yapılan viyadüğün ve çevrede inşaatları halen devam eden apartmanların
altında yok olmuştur. Fotoğrafta Pendik Manastırını görüyorsunuz! |
|
Galata Surları: Galata
Kulesi’nden çekilen bu fotoğrafta, Galata Surları’nın nasıl bir
yapılaşma altında yok olduğunu görüyoruz. Fotoğrafta, Galata Kulesi’nin
güneybatısında yer alan iki adet büyük burç / kule okla gösterilmiştir.
1864-65 yıllarından başlayıp günümüze kadar sistemli bir şekilde
yıktırılan Galata Surları’ndan geriye bu kuleler, Galata Kulesi ile
çevresindeki az sayıdaki duvar kalıntısı, Azapkapı’daki duvarlar ve
Yanık Kapı kalmıştır. |
|
İstanbul Surları: İstanbul
Surları üzerinde bütün tahribat türlerinin örnekleri görülmekte:
Edirnekapı ve Topkapı civarında ana yollar açılırken “uçmuş” olmasına
ve deniz tarafındaki surların bir bölümünün demiryolu ile “götürülmüş”
olmasına karşı yapacak birşey kalmadı artık. Beceriksizce yapılmış
uyduruk restorasyon uygulamaları da malumunuz zaten. Hemen hemen tüm
bölümlerinde görülen çağdaş yapılaşma, adeta surların olağan bir
parçası haline geldi. Duvarların üzerinde biten ağaçlar ve çevresindeki
bostanlar tahribatı hızlandırıyor. Ve tarihe her açıdan yapılan bu
saldırı, sanki Yedikule’deki surları perdeleyen dev sahneyle saklanmaya
çalışılıyor; ama 21 km uzunluğundaki surların tahribatını gizleyemiyor |
Düzenleyen magistratus - 06/Mayıs 2017/2009 Saat 06:50
|